Alim Arlı
Her
öykü iki veya daha fazla insan arasındaki ilişkiyle başlıyor. Her ilişki
sürmüyor, bazıları devam ediyor, bazıları akim kalıyor. İlişkilerimiz
sohbetler, arayışlar, açık veya örtük etkileşimlerle bir forma kavuşmaya
başladığında başka ilişkiler ve insan kümeleriyle kesişmeye başlıyor. Belirli
normlar üretme olgunluğuna erişen ilişki kalıpları yapılara ve kurumlara doğru
evriliyor. Bu oluşlar, kendi olgunluğuna eriştikten, bir başka deyişle kurumsallaştıktan
sonra başlangıç koşullarına indirgenmesi mümkün olmayan karmaşık örüntüler
üretiyor. Öykünün bu safhası artık iki veya daha fazla kişi arasındaki diyaloğun
ötesinde durumlar içerir. Tekrarladığımız her davranışımız, doğaçlamalarla uyum
sağladığımız her durum öykünün bir parçası haline gelmeye başlar. Kalıcı, uzun,
dayanıklı ilişkiler, formlar, kurumlar üretmek zordur. Üstelik entelektüel ve
kültürel çalışmalar gibi, tekilliğin, farklılığın, karakter özelliklerinin ön
plana çıktığı alanlarda bunu başarabilmek çok daha zordur.
Andrew Delbanco, Üniversite:
Nedir, Neydi ve Ne Olmalı başlıklı enfes kitabında üniversiteyi insanlığın
ve medeniyetin öyküsünün öğretilip araştırıldığı yer olarak anıyor. Delbanco’ya
göre bugün üniversitenin önünde “Buraya nasıl geldik, şimdi ne yapacağız?” sorusu
durmaktadır. Her üniversitenin öz-değerlendirme yapabileceği soru aslında bu kadar basit. Bu basit soruyu açarken modern
üniversite düşüncesinin kurucularından Kant’ın “Ne bilebilirim, ne yapmalıyım
ve ne umabilirim” düsturu, üniversite hakkındaki yargılarımızı şekillendirir.
Üniversite tarihi boyunca, nihai ödülü yine kendisi olan hakikat arayışının ve
öğretiminin yeri oldu. Ralph Waldo Emerson’ın deyişiyle, insanlar “uyandırılmayı
isterler.” Öğretmenler “ruhu yataktan, huy edindiği derin uykusundan kaldırma”
işini yaparlar. O yüzden ‘bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum’
mecazı binlerce yıldır yankılanıyor.
İstanbul Şehir Üniversitesi’nin öyküsünü
değerlendirmek, nasıl bir kurum olduğunu açıklamak için insan ilişkileri ve
arayış kavramı üzerinden ilerleyebiliriz diye düşünüyorum. Geçtiğimiz kırk
günde, Halk Bankası tarafından tüm bankacılık sistemindeki varlıklarına
ihtiyati haciz konan ve kamu hizmeti yapan bir okulun hak arayışında Vakıf
taassubu, finansal kötü yönetim ve usulsüz arazi devri olarak üç başlıkta
toplanabilecek eleştiriler yapıldı. Halbuki her üç eleştiri de gerçeklik
temelinden yoksun, büyük ölçüde yanlış bilgiye ve iyi niyetle yorumlanamayacak
yargılara dayalıdır. Bu yazıda bu eleştirileri dikkate alarak, üniversitenin
mevcut durumunu değerlendirmek istiyorum.
İlk önce kurucu Vakfı incelememiz gerekmektedir.
Bilim ve Sanat Vakfı
Üniversitenin kurucusu olan Bilim ve Sanat Vakfı 1986
yılından itibaren açık üniversite yaklaşımıyla,
tüm faaliyetleri ücretsiz, çalışmalarına
katılmak isteyen herkese açık,
farklı seviyelerde eğitim ve araştırma çalışmaları yapan bir sivil toplum kuruluşudur.
Vakıf otuz üç yıldır kesintisiz şekilde, onlarca farklı disiplin ve başlıkta
dört, altı ve sekiz haftalık versiyonlar halinde yapılan binlerce seminer yapmıştır.
Türkiye’nin önemli bir kültürel birikimi olan ve kaydedilen bu etkinlikler
çerçevesinde tez, kitap, makale sunumları gibi yüzlerce akademik toplantı gerçekleştirmiştir.
Onlarca önemli sanat etkinliği, bir çok ulusal ve uluslararası sempozyum, yüzlerce
okuma grubu, yüzlerce bilimsel ve sanatsal atölye çalışması, otuza yakın
öğrenci ihtisas sempozyumu vb. çalışmalar da bu kapsam içindedir. Bugüne kadar
yaptığı işlerin reklamını yapmamıştır. Türkiye’nin en zengin ve çeşitlilik
içeren kültürel muhitlerinden biridir. Bunu zikretmek önemli çünkü Türkiye’de uzun yıllar bu tür açık eğitim,
bilim ve kültür faaliyetleri yaparak daha sonra bu birikim üzerinde üniversite
kurmuş nadir kurumlardan biridir Bilim ve Sanat Vakfı.
Kurucu yapılarına göre vakıf üniversiteleri; güçlü
holdinglerin kurduğu okullar, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Diyanet Vakfı gibi
vakıfların kurduğu okullar, dershanecilik sistemi üzerinde yükselmiş okullar, özel
lise sistemi üzerine inşa edilen okullar, sağlık odaklı iş yapan vakıf ve
hastanelerin kurduğu okullar ve yaygın sivil toplum faaliyeti ve öğrenci yurdu
işleri yürüten kurumların kurduğu okullar şeklinde yapılanmıştır. BİSAV ana işi
yükseköğretim düzeyinde ihtisas odaklı eğitim ve araştırma olan ve bu temel
üzerinde üniversite kuran, benim bilebildiğim, tek vakıftır. Bu türden uzun
entelektüel miraslara dayalı üniversite sayılarının çoğalması Türk vakıf
üniversite sisteminin geleceği için de hayatidir.
BİSAV güz, bahar ve yaz seminerleri ile her yaştan ve
kesimden insanın bilimsel ve sanatsal faaliyetlere dahil olabileceği açık,
sivil, bedelsiz ve gönüllülük temelli bir model üzerine kuruludur. 1996’dan
beri çıkan ve 45 sayısı yayınlanan Divan Dergisi, sinema çalışmaları alanında
Hayal Perdesi dergisi, vakfın önemli etkinliklerinin dökümünü içeren Notlar
yayını bazı yayın çalışmalarıdır. Yapılan bu işlerin yanı sıra, odağına Türkiye’nin
akademik birikimlerinin tespitini alan Vakıf, bu sahaya özgü nadir işlerden
olan bir başka büyük dergicilik işi de yapmaktadır. Bu gayeyle 2000 yılı başında
tüm sosyal ve beşeri bilim sahalarında Türkiye’deki akademik birikimin kapsamlı
bir değerlendirmesini ve envanterini çıkarmak üzere vakıf bünyesindeki Türkiye
Araştırmaları Merkezi tarafından şimdiye kadar 26 cildi yayınlanan Türkiye
Araştırmaları Literatür Dergisi’ni (TALİD) çıkarmaya başlamıştır. İşin mutfak
çalışmasının ne zorluklarla yapıldığını işi yapanlar anlatabilirler. Belki de
kamuoyunun bilmesi gereken bu çalışmaları yapan insanların, teknik elemanlar
dışında, kahir ekseriyetinin bu işleri “gönüllü” yaptığıdır. Yapılan işlerin
hacmi ve kapsamıyla mukayese edildiğinde Vakıf yüzlerce mensubunun manevi
desteği başta olmak üzere, küçük bağışlarla ve tamamen gönüllü paylaşım,
dostluk ve sohbet üzerine kurulu bir gönül birliği üzerinde bugüne kadar
gelmiştir.
Daha da ilginci bugün Vakıf, şimdiye kadar aldığı
bağışlara denk, Türkiye’nin en büyük sivil kütüphanesini kurmuştur. Bunun
çoğunlukla vakıf gönüllülerinin gayretleri ve bir kısım mütevazı bağışlarla, içinde
150.000’e yakın kitap ve bir o kadar süreli yayın ile çoğu üniversiteden daha
fazla eser ve koleksiyonun varlığı çoğu insan için şaşırtıcıdır. Kütüphane de
tüm araştırmacılara, vakfın ileri eğitim çalışmalarına katılanların kullanımına
açıktır ve yoğun şekilde kullanılmaktadır.
Üniversitenin Kuruluşu ve Gelişimi
Vakıfta 2006 sonundan itibaren bu birikim üzerinde
özgün bir üniversite kurulup kurulmayacağı üzerine düşünülmeye başlandı. 2007
yılında bunun olabileceğine kanaat getirilince vakıf bünyesinde bir AR-GE grubu
kuruldu. 2008 yılında üniversite kuruluş kararı çıktıktan sonra, hemen eğitim
öğretime başlanmadı. İyi bir üniversitenin her alanda evrensel standartlarını
araştırarak AR-GE çalışmaları 2010 yılına kadar sürdürüldü. Bugün aynı AR-GE mantığının
kurumsallaşmış bir formu üniversite bünyesindeki yönetici olduğum Yükseköğretim
Çalışmaları Merkezi’nde devam etmektedir. 2008’den itibaren üç yıl boyunca iyi
bir üniversite nasıl olur sorusunun cevabını bulmak üzere akademik ve idari
gelişim alanlarında yüzden fazla rapor yazıldı. 250’ye yakın uzmanla
görüşmeler, toplantılar yapıldı ve bu çalışmalar da yine oldukça mütevazi
bütçelerle ve katkı verenlerin gönüllü katılımlarıyla yürütüldü. Bir örnek
vermek gerekirse sadece Ortak Dersler müfredatının şekillenmesi için bir uzman
grubu bir yıldan fazla çalıştı. Böylece üniversite, 2010 yılında akademik ve
idari kadrolarını kurarak eğitim-öğretime başladı. Üniversite uluslararası
standartlara uygun, çeşitliliği temel bir kurum bakış açısı olarak benimseyerek
yola çıktı. Farklı görüşlerden, farklı ideolojilerden, farklı akademik
arkaplanlardan insanların katkılarını almayı hedefleyen ve herhangi bir görüşün
taassubunun egemen olamayacağı kurumsal bir felsefeyi Etik Kodu’nda ilan etti.
Öğrencilerin ve çalışanların hiyerarşik olmayan bir anlayışla bir arada
bulunduğu, kurum içi barışı bir hizmet felsefesi olarak benimseyen ŞEHİR'de,
başlangıcından itibaren hiçbir öğretim elemanının kapısında akademik ünvanı yer
almadı. Üniversite kurumunu evrensellik çerçevesinde yapılandırma çabası ilk
yıllardan itibaren devam etti.
2008-2016
yılları arası Ülker grubu üniversitenin sponsoruydu. Sonrasında grubun sponsorluktan
çekilmesiyle birlikte, üniversite yönetimi sürdürülebilir bir finansal model
içinde üniversiteyi kendini yaşatacak bir ölçeğe kadar büyütmeye karar verdi.
Gerekli fizibilite çalışmalarıyla okulun misyonu ve vizyonuna uygun yeni
bölümler açıldı, öğrenci sayıları artırıldı. Eğitim kalitesini kuruluş
hedefleriyle uyumlu tutmak için çok sayıda kalite süreci geliştirildi ve üniversite
gelirleri de tedrici olarak arttı. 2019 yılı itibariyle Şehir Üniversitesi cari
gelirleri giderlerinin üzerinde, borç ödeyebilecek bir üniversite durumuna
gelmiştir. Özellikle ilk beş yıl çok
yüksek burslulukla eğitim veren bir üniversitenin, son dört senede yine %60'a yakın
seviyede bir bursluluk oranında kalarak nakit üretir hale gelmesi yükseköğretim
sistemimiz açısından da önemli olan bir yönetim başarısıdır. Bu da ancak planlama,
programlı gidiş ve stratejik yönetimle olabilecek bir durumdur. Kalite ile
sürdürülebilir bir finansman altyapısını birlikte temin etmenin, bunu
sürdürmenin, bilimsel üretim ve eğitim-öğretim faaliyeti açısından ülkeye değer
üretmenin ne kadar ince ve zor bir iş olduğunu biraz üniversite tarihi okuyan
herkes takdir edecektir. Bazı yorumcular tarafından üniversiteye yöneltilen kötü yönetim suçlaması yükseköğretim
kurumlarının gerçeklerinden uzak hilaf-ı hakikat bir iddiadır ve resmin baş
aşağı çevrilmesidir.
Oldukça idealist ve yüksek nitelikte bir eğitim
amacıyla yola çıkan bir okulu, bağışçılarının çekilmesi sonrası bir kaç yıl
içinde sürdürülebilir bir duruma getirmenin yine yoğun bir planlama, genişleme
ve kalite çalışması olmadan yapılması mümkün değildir. İstanbul Şehir
Üniversitesi, kurucu vakfının kültürünün bir devamı olarak aldığı her kuruş
bağışı ve öğrenci harcını yine öğrencisine, okulun gelişimine yatırmış bir
kurumdur. Bugün üniversitenin öğrenci başına harcağı miktar YÖK rapolarında da
görüleceği üzere, en üst dilim okullar içindedir. Üniversite, her gerçek
üniversitenin de bir remzi olan kütüphane işini Türkiye’de en fazla ciddiye
alan kurumlardan biridir. Kütüphanesini dokuz yıl içinde Türkiye’nin büyük
vakıf üniversitesi kütüphanelerinden biri haline getirmiş ve 150.000’e yakın
kitap, kitap sayısından fazla süreli yayın, elektronik kaynaklarıyla birlikte
500.000’den fazla metne erişilebilen bir büyük bilgi odağı haline gelmiştir. Yine
kurucu Vakıfla imzaladığı ikili anlaşmayla kitap alışverişi yapan ve bu
anlamıyla öğrencisine Türkiye’nin en zengin kitap ve arşiv kaynağını temin eden üniversitelerinin başındadır. Kurumun ciddiyeti her kesimden bağışçı
tarafından takdir edilmiş ve önemli koleksiyonlar kurumun kütüphanesine
katılmıştır. Fuat Köprülü, Kemal Karpat, Talat Sait Halman, Fikret Adanır,
Şerif Mardin, Taha Toros, Cüneyt Orhonlu gibi Türkiye’nin seçkin
entelektüellerinin arşiv ve kitapları kütüphanesine bağışlanmış ve tüm
araştırmacıların katılımına açılmıştır. Şahsen Amerika’dan gidip getirdiğim
Kemal Karpat arşivini toplarken, Kemal hocanın mirasını emin ellere vermenin
huzurunu yaşadığının şahidiyim. Kütüphanenin muazzam emekçileri ve başarılı yöneticileri
sadece Taha Toros arşivinin bir kısmını dijitalleştirip internet üzerinden tüm
dünyanın kullanımına açmak için yıllardır canla başla çalışmaktadırlar. Sadece
bu dijital arşivden milyonlarca insan istifade etmiştir. Şehir Üniversitesi,
üniversite işinin bir kamu hizmeti olduğunun bilinciyle kendi kurumsal
kapasitesini kendisine başvuran tüm araştırmacıların da hizmetine sunmaktadır. Teknoloji
Transfer Ofisinden, Araştırma Merkezlerine, idari ve akademik tüm birimleriyle
“kurum içi barış” ve huzurlu çalışma ortamı anlayışı ile bugüne kadar kendi
işine odaklanan bir kurum olmuştur.
Üniversite ve İhtiyati Haciz Süreci
Üniversiteye, 2009’da diğer vakıf üniversitelerine
yapıldığı gibi hükümet tarafından Dragos’da arazi tahsis edilmiştir. Davalar ve
verilmeyen imar izinleri nedeniyle 2017 yılına kadar üniversite Altunizade’de
çok yüksek kira maliyetleriyle eğitim öğretime devam etti. Arazinin tahsisi
Danıştay tarafından iptal edildikten sonra, hükümetin bu tür kamu yararı olan
durumlar için bir bürokratik çözüm
olarak çıkardığı bir yasa maddesi uyarınca sekiz parselden oluşan arazi
üniversiteye sadece eğitim—öğretim yapılmak şerhiyle tekrar devredildi.
Sonrasında Halkbank tarafından sağlanan ve büyük kısmı kampüs inşaatına
harcanan yatırım kredisi ile kampüs alanı hızla tamamlanarak 2017 sonunda
Dragos kampüsüne geçildi. Bir parselle ilgili TMMOB’un açtığı iptal davası ilk mahkemelerde
reddilmesine rağmen Danıştay tarafından kabul edilerek arazinin okula devri iptal
edildi. Halkbank da tek parselle ilgili bu hukuki iptali gerekçe göstererek uzun
yıllar içinde geri ödemesi yapılacak yatırım kredisinin tamamının hemen ödenmesini
talep etti. Borç ödeyebilecek durumda olduğunu bankaya bildiren üniversite yönetimi, banka yöneticileriyle yapılan görüşmelerde belirli bir anlaşma zemini üzerinde olumlu görüşmeler yapıldığını kamuoyuna açıkladı. Fakat daha sonra hukuki süreçle ihtiyati haciz işlemi gerçekleşti. Sonraki süreçte taraflar arasında bir ortak çözüm yolu bulunamadı. Yüksek bursluluk oranlarıyla eğitim odaklı bir
kamu hizmeti yapan ve mevcut durumunda nakit üretecek duruma geldiğini kamuoyuna bildiren genç bir
üniversitenin işlemlerini büyük ölçüde durduracak şekilde ortaya çıkan ve tüm mevduatlara konan ihtiyati haczin tarafların açıklanmasından çıkan özeti kabaca budur. Kamu hizmeti yapan ve maliyet paylaşımı modeliyle
devletin yükseköğretim yükünü paylaşan vakıf yükseköğretim kurumlarına tüm
cumhuriyet hükümetleri tarafından eğitim amacıyla kullanılmak şartıyla arazi ve
binalar verilmektedir. Vakıf yükseköğretim kurumları da, kâr amacı gütmeksizin,
öğrencilerinin %10’unu tam burslu olarak almak mecburiyetindedir. Bunun
dışındaki burslar üniversitelerin kendi kararlarıyla verdikleri burslardır.
Şehir Üniversitesi’nin kurulduğu günden itibaren ne kadar yüksek bursluluk
oranlarıyla (ilk yıllarda %70, son yıllarda %60'lar düzeyinde) bu kamu hizmetini yaptığı her
yıl YÖK tarafından yapılan denetim raporlarında yer almaktadır. Devlet ve
vakıflar arasında maliyet paylaşım modeline dayalı ve kâr amacı gütmeyen bir yükseköğretim sistemine sahibiz. Şehir Üniversitesi kamu çıkarını önceleyen, yüksek öğrenci bursları vermeyi benimsemiş, lisansüstü
seviyede yetenekli araştırmacıları her yönden desteklemeyi temel misyonu olarak gören bir yükseköğretim kurumu olarak bu maliyet paylaşım modelinin özgün örneklerinden biridir.
Bugün Türkiye büyük çelişkilerin ülkesidir. Herkes
haklı olarak iyi bir eğitim talep etmektedir. Her üniversite öğrencisi
entelektüel tatmini yüksek bir üniversitede okumak istemektedir. Peki bizler
öğretim üyeleri, üniversite yöneticileri, sivil toplum yöneticileri, vakıf
çalışanları, kamu idarecileri olarak kurduğumuz kurumlara ne kadar emek vermekteyiz? Yükseköğretimin ve
üniversitenin tarihsel ve güncel gerçeklerinden habersiz bir çok yorumcu, kalitenin kendiliğinden
gerçekleşen sui generis bir şey olduğunu zannetmektedir. Çok iyi işleyen az sayıdaki örnek bir
taraf bırakılırsa, bugün Türkiye’de üniversiteleri ticarethane olmanın
ötesine taşıyacak ne yapılmıştır? Üniversiteler nitelikli bir eğitimin olmazsa
olmazı olan alanlara ne kadar yatırım yapmaktadır? Öğrencisine ve kurumuna
yeterli yatırımı yapmayan ancak yüksek “kârlılıkla” çalışan vakıf üniversitesi modellerine yönelik devlet yöneticileri tarafından da sert eleştiriler yapılmıştır. Ancak maalesef üniversitelerimizde ülkenin yüzünü ağartan, ve bir tanesi
de Şehir’de olan, öğrencinin ve öğretim elemanının en önemli başvuru yeri olan
nitelikli kütüphane bile iki elin parmağına varmamaktadır.
Eğitim öğretimde kaliteyi temin etmek, onu korumak,
uluslararası seviyede rekabete açık mezunlar yetiştirebilmek için kurumsallaşma
gerekmektedir. Bugün Şehir’in, Pearson akreditasyonu almış hazırlık okulu
Türkiye’nin en iyi İngilizce hazırlık okullarından biridir. Üniversite
yönetimi, tüm zorluklara ve maliyetine rağmen, hazırlık okulunun kurulduğu kalite
standartlarında devam etmesi için yıllardır çabalarını sürdürmektedir.
Lisansüstü eğitimde Şehir dokuz yıldır Türkiye’de en fazla burs veren
okullardan biridir. Üniversite eğitiminin en pahalı kısmını oluşturan
lisansüstü eğitimde Şehir yöneticileri iyi araştırmacılar yetiştirilmesi için
olabilecek en azami hassasiyeti göstermektedir. Üniversite, Dragos’a geçtikten
sonra üst standartta bir stratejik planlama, akademik performans yönetimi,
eğitimde kalite artırıcı çalışmalar için sayısız işi yürütmektedir. Temelsiz kötü yönetim suçlaması yapan yorumcuların, otuz üç yıldır
tek işleri eğitim-öğretim, araştırma ve kültürel faaliyet olan bir topluluğun,
sponsoru çekilmiş bir okulu bir kaç yılda nasıl nakit üreten bir kurum haline
getirdiğini, yeniden yapılandırıldığı takdirde borçlarını ödeyebilecek bir duruma nasıl ulaştığını kamuoyuna açıklamış bir kurumun hak ettiği kurumsal profesyonellikle nasıl yönettiğini gözlerden kaçırmaları
imkansızdır.
İstanbul Şehir Üniversitesi’nin harcında bilgiye ve
hakikate gönül vermiş insanların gayreti ve çabası vardır. Üniversiteyi para
yapmaz. Üniversiteyi bina da yapmaz. Üniversite samimiyetle hakikate ve bilgiye
adanmış insanların gönül ve emek birliğiyle, bir topluluğun ortak düşünsel
yaşamından çıkan bir idea ile olur. Kamu faaliyeti yapan bir üniversitenin
halen bankalarda işlem yapamayacak bir kuruluş halinde
olması bir ülkede yaşayan herkesin meselesidir. İhtiyati haciz sonrası, okula gönül verip gelmiş öğrencilerin ve öğretim üyelerinin ortaya çıkan mağduriyeti, on yılların emeğine
dayanan nitelikli bir eğitim ortamının belirsizliğe sürüklenmesi, bazı yorumcular tarafından hakkında doğrulanmamış yanlış bilgiler
yayılması eğitim, araştırma ve öğretme hakkını da tehlikeye atmaktadır. Ben ve
benim gibi bir çok öğretim elemanı öğrencilerin mağdur olmaması için hiç bir ücret almadan üniversitesine hizmet
etmeyi düşünüyor. Ancak böylesi bir girişimin bu karmaşık sorunu çözmeyeceği
açıktır. Medeni bir ülkede en üst nitelikte kamu hizmeti yapan üniversitelerde,
gençlerin istikbali her türden değerlendirmenin üzerindedir. Şehir
Üniversitesi yöneticileri hukuki hakları kullandırılarak ve ilgili kamu yöneticileri tarafından makul bir çözüm için çaba sarfedilerek bu sorunun bir an önce çözümünü arzu ettiğini kamuoyuna açıklamıştır. Sorunun hızlıca çözümü için yapıcı tutumların geliştirilmesi ülke bilim yaşamı için herkesin yarar sağlayacağı bir yol olacaktır.
“Buraya nasıl geldik, şimdi ne
yapacağız?”
Tekrar yazının başına dönebiliriz. Türkiye
artık yapılan işlerin günlük siyaset parantezi dışında düşünülemediği kısır bir
entelektüel kamusallıkta yaşamaktadır. Önemli ile önemsizi, bir toplumu
kültürel olarak ayakta tutacak kalıcı ve geçici işleri birbirinden ayıramayacak
bir düşüncenin kurumsallaşması ülkeye hiç bir yarar getirmez. Yine bir arayış
için bir araya gelen gönüllü insanların heves ve şevklerinin değeri ile sığ bir
kariyerizme tutsak edilmiş düşünce ve kültür işlerini birbirinden ayırt etmeyi
zorlaştıran iklimin de bu ülkeye bir yarar getirmeyeceği açıktır. Ülkenin büyük
tarihsel ve kültürel birikimi ile bunu geleceğe taşıyacak kurumlar inşa etmenin
zorluğu arasındaki hassas dengeyi bozacak söylemlerin genç insanlara şevk
vermeyeceği açıktır. Türkiye düşünen, kendini niteliğe ve hakikate adamış
yurttaşlarının heveslerini kıracak karar dinamikleriyle nasıl kalıcı kurumlar
inşa edecektir? Üniversite işi dünyanın her yerinde en hassas yaklaşılması
gereken işlerdendir. Yükseköğretim sistemlerinin en büyük enerjisi, garantisi
itibardır. Bilimsel ve kültürel verimliliğin asgari şartı araştırma, öğretme ve
öğrenme hürriyetidir.
Hakiki bir üniversite özgür
insanlar, sorumlu yurttaşlar yetiştirir. Üniversite bir toplumun tüm
meselelerini düşünen, çalışan, çözümler arayan bir yerdir. Üniversite alınıp
satılacak bir meta, bir ticarethane değildir. Kendini genç insanların
eğitimine, öğretimine adamış, araştıran ve düşünen insanların emeğiyle yaşar. Üniversite, mensuplarının gönül birliği ve huzur içinde çalıştığı, dostluğa dayanan ve armağan
kültürüyle işleyen bir yerdir. Bir çok alanda ülkenin duayen akademisyenlerinin
ve enerjik genç araştırmacılarının çalıştığı İstanbul Şehir Üniversitesi kendi
üniversite fikrini ve eylemini yüzakıyla ortaya koymuştur. Üniversite işi
dünyanın hiç bir yerinde sürtünmesiz bir uzayda gerçekleşmemiştir. Ekonomik,
sosyal, siyasi gelişmeler ile üniversiteler arasındaki etkileşim bir toplumun
üretken enerjisinin temeli olduğu kadar, bir üniversitenin evrensel olarak o
adı taşımaya ehliyeti olup olmadığının da testleridir. Bugün nitelikli bir
kurumu yaşatmak için konunun tarafı olan insanların ve yöneticilerin sorumluluk içinde meseleyi
vakıf hukuku ve kamu çıkarı temelinde koruyacak şekilde sahip çıkması gerekmektedir.