27 Kasım 2019 Çarşamba

İstanbul Şehir Üniversitesi Hakkında Şahsi Bir Değerlendirme


Alim Arlı

Her öykü iki veya daha fazla insan arasındaki ilişkiyle başlıyor. Her ilişki sürmüyor, bazıları devam ediyor, bazıları akim kalıyor. İlişkilerimiz sohbetler, arayışlar, açık veya örtük etkileşimlerle bir forma kavuşmaya başladığında başka ilişkiler ve insan kümeleriyle kesişmeye başlıyor. Belirli normlar üretme olgunluğuna erişen ilişki kalıpları yapılara ve kurumlara doğru evriliyor. Bu oluşlar, kendi olgunluğuna eriştikten, bir başka deyişle kurumsallaştıktan sonra başlangıç koşullarına indirgenmesi mümkün olmayan karmaşık örüntüler üretiyor. Öykünün bu safhası artık iki veya daha fazla kişi arasındaki diyaloğun ötesinde durumlar içerir. Tekrarladığımız her davranışımız, doğaçlamalarla uyum sağladığımız her durum öykünün bir parçası haline gelmeye başlar. Kalıcı, uzun, dayanıklı ilişkiler, formlar, kurumlar üretmek zordur. Üstelik entelektüel ve kültürel çalışmalar gibi, tekilliğin, farklılığın, karakter özelliklerinin ön plana çıktığı alanlarda bunu başarabilmek çok daha zordur.

Andrew Delbanco, Üniversite: Nedir, Neydi ve Ne Olmalı başlıklı enfes kitabında üniversiteyi insanlığın ve medeniyetin öyküsünün öğretilip araştırıldığı yer olarak anıyor. Delbanco’ya göre bugün üniversitenin önünde “Buraya nasıl geldik, şimdi ne yapacağız?” sorusu durmaktadır. Her üniversitenin öz-değerlendirme yapabileceği soru aslında  bu kadar basit. Bu basit soruyu açarken modern üniversite düşüncesinin kurucularından Kant’ın “Ne bilebilirim, ne yapmalıyım ve ne umabilirim” düsturu, üniversite hakkındaki yargılarımızı şekillendirir. Üniversite tarihi boyunca, nihai ödülü yine kendisi olan hakikat arayışının ve öğretiminin yeri oldu. Ralph Waldo Emerson’ın deyişiyle, insanlar “uyandırılmayı isterler.” Öğretmenler “ruhu yataktan, huy edindiği derin uykusundan kaldırma” işini yaparlar. O yüzden ‘bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum’ mecazı binlerce yıldır yankılanıyor.

İstanbul Şehir Üniversitesi’nin öyküsünü değerlendirmek, nasıl bir kurum olduğunu açıklamak için insan ilişkileri ve arayış kavramı üzerinden ilerleyebiliriz diye düşünüyorum. Geçtiğimiz kırk günde, Halk Bankası tarafından tüm bankacılık sistemindeki varlıklarına ihtiyati haciz konan ve kamu hizmeti yapan bir okulun hak arayışında Vakıf taassubu, finansal kötü yönetim ve usulsüz arazi devri olarak üç başlıkta toplanabilecek eleştiriler yapıldı. Halbuki her üç eleştiri de gerçeklik temelinden yoksun, büyük ölçüde yanlış bilgiye ve iyi niyetle yorumlanamayacak yargılara dayalıdır. Bu yazıda bu eleştirileri dikkate alarak, üniversitenin mevcut durumunu değerlendirmek istiyorum.  İlk önce kurucu Vakfı incelememiz gerekmektedir.

           
Bilim ve Sanat Vakfı

Üniversitenin kurucusu olan Bilim ve Sanat Vakfı 1986 yılından itibaren açık üniversite yaklaşımıyla, tüm faaliyetleri ücretsiz, çalışmalarına katılmak isteyen herkese açık, farklı seviyelerde eğitim ve araştırma çalışmaları yapan bir sivil toplum kuruluşudur. Vakıf otuz üç yıldır kesintisiz şekilde, onlarca farklı disiplin ve başlıkta dört, altı ve sekiz haftalık versiyonlar halinde yapılan binlerce seminer yapmıştır. Türkiye’nin önemli bir kültürel birikimi olan ve kaydedilen bu etkinlikler çerçevesinde tez, kitap, makale sunumları gibi yüzlerce akademik toplantı gerçekleştirmiştir. Onlarca önemli sanat etkinliği, bir çok ulusal ve uluslararası sempozyum, yüzlerce okuma grubu, yüzlerce bilimsel ve sanatsal atölye çalışması, otuza yakın öğrenci ihtisas sempozyumu vb. çalışmalar da bu kapsam içindedir. Bugüne kadar yaptığı işlerin reklamını yapmamıştır. Türkiye’nin en zengin ve çeşitlilik içeren kültürel muhitlerinden biridir. Bunu zikretmek önemli çünkü Türkiye’de uzun yıllar bu tür açık eğitim, bilim ve kültür faaliyetleri yaparak daha sonra bu birikim üzerinde üniversite kurmuş nadir kurumlardan biridir Bilim ve Sanat Vakfı.

Kurucu yapılarına göre vakıf üniversiteleri; güçlü holdinglerin kurduğu okullar, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Diyanet Vakfı gibi vakıfların kurduğu okullar, dershanecilik sistemi üzerinde yükselmiş okullar, özel lise sistemi üzerine inşa edilen okullar, sağlık odaklı iş yapan vakıf ve hastanelerin kurduğu okullar ve yaygın sivil toplum faaliyeti ve öğrenci yurdu işleri yürüten kurumların kurduğu okullar şeklinde yapılanmıştır. BİSAV ana işi yükseköğretim düzeyinde ihtisas odaklı eğitim ve araştırma olan ve bu temel üzerinde üniversite kuran, benim bilebildiğim, tek vakıftır. Bu türden uzun entelektüel miraslara dayalı üniversite sayılarının çoğalması Türk vakıf üniversite sisteminin geleceği için de hayatidir.

BİSAV güz, bahar ve yaz seminerleri ile her yaştan ve kesimden insanın bilimsel ve sanatsal faaliyetlere dahil olabileceği açık, sivil, bedelsiz ve gönüllülük temelli bir model üzerine kuruludur. 1996’dan beri çıkan ve 45 sayısı yayınlanan Divan Dergisi, sinema çalışmaları alanında Hayal Perdesi dergisi, vakfın önemli etkinliklerinin dökümünü içeren Notlar yayını bazı yayın çalışmalarıdır. Yapılan bu işlerin yanı sıra, odağına Türkiye’nin akademik birikimlerinin tespitini alan Vakıf, bu sahaya özgü nadir işlerden olan bir başka büyük dergicilik işi de yapmaktadır. Bu gayeyle 2000 yılı başında tüm sosyal ve beşeri bilim sahalarında Türkiye’deki akademik birikimin kapsamlı bir değerlendirmesini ve envanterini çıkarmak üzere vakıf bünyesindeki Türkiye Araştırmaları Merkezi tarafından şimdiye kadar 26 cildi yayınlanan Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi’ni (TALİD) çıkarmaya başlamıştır. İşin mutfak çalışmasının ne zorluklarla yapıldığını işi yapanlar anlatabilirler. Belki de kamuoyunun bilmesi gereken bu çalışmaları yapan insanların, teknik elemanlar dışında, kahir ekseriyetinin bu işleri “gönüllü” yaptığıdır. Yapılan işlerin hacmi ve kapsamıyla mukayese edildiğinde Vakıf yüzlerce mensubunun manevi desteği başta olmak üzere, küçük bağışlarla ve tamamen gönüllü paylaşım, dostluk ve sohbet üzerine kurulu bir gönül birliği üzerinde bugüne kadar gelmiştir.

Daha da ilginci bugün Vakıf, şimdiye kadar aldığı bağışlara denk, Türkiye’nin en büyük sivil kütüphanesini kurmuştur. Bunun çoğunlukla vakıf gönüllülerinin gayretleri ve bir kısım mütevazı bağışlarla, içinde 150.000’e yakın kitap ve bir o kadar süreli yayın ile çoğu üniversiteden daha fazla eser ve koleksiyonun varlığı çoğu insan için şaşırtıcıdır. Kütüphane de tüm araştırmacılara, vakfın ileri eğitim çalışmalarına katılanların kullanımına açıktır ve yoğun şekilde kullanılmaktadır.
 

Üniversitenin Kuruluşu ve Gelişimi

Vakıfta 2006 sonundan itibaren bu birikim üzerinde özgün bir üniversite kurulup kurulmayacağı üzerine düşünülmeye başlandı. 2007 yılında bunun olabileceğine kanaat getirilince vakıf bünyesinde bir AR-GE grubu kuruldu. 2008 yılında üniversite kuruluş kararı çıktıktan sonra, hemen eğitim öğretime başlanmadı. İyi bir üniversitenin her alanda evrensel standartlarını araştırarak AR-GE çalışmaları 2010 yılına kadar sürdürüldü. Bugün aynı AR-GE mantığının kurumsallaşmış bir formu üniversite bünyesindeki yönetici olduğum Yükseköğretim Çalışmaları Merkezi’nde devam etmektedir. 2008’den itibaren üç yıl boyunca iyi bir üniversite nasıl olur sorusunun cevabını bulmak üzere akademik ve idari gelişim alanlarında yüzden fazla rapor yazıldı. 250’ye yakın uzmanla görüşmeler, toplantılar yapıldı ve bu çalışmalar da yine oldukça mütevazi bütçelerle ve katkı verenlerin gönüllü katılımlarıyla yürütüldü. Bir örnek vermek gerekirse sadece Ortak Dersler müfredatının şekillenmesi için bir uzman grubu bir yıldan fazla çalıştı. Böylece üniversite, 2010 yılında akademik ve idari kadrolarını kurarak eğitim-öğretime başladı. Üniversite uluslararası standartlara uygun, çeşitliliği temel bir kurum bakış açısı olarak benimseyerek yola çıktı. Farklı görüşlerden, farklı ideolojilerden, farklı akademik arkaplanlardan insanların katkılarını almayı hedefleyen ve herhangi bir görüşün taassubunun egemen olamayacağı kurumsal bir felsefeyi Etik Kodu’nda ilan etti. Öğrencilerin ve çalışanların hiyerarşik olmayan bir anlayışla bir arada bulunduğu, kurum içi barışı bir hizmet felsefesi olarak benimseyen ŞEHİR'de, başlangıcından itibaren hiçbir öğretim elemanının kapısında akademik ünvanı yer almadı. Üniversite kurumunu evrensellik çerçevesinde yapılandırma çabası ilk yıllardan itibaren devam etti.

 2008-2016 yılları arası Ülker grubu üniversitenin sponsoruydu. Sonrasında grubun sponsorluktan çekilmesiyle birlikte, üniversite yönetimi sürdürülebilir bir finansal model içinde üniversiteyi kendini yaşatacak bir ölçeğe kadar büyütmeye karar verdi. Gerekli fizibilite çalışmalarıyla okulun misyonu ve vizyonuna uygun yeni bölümler açıldı, öğrenci sayıları artırıldı. Eğitim kalitesini kuruluş hedefleriyle uyumlu tutmak için çok sayıda kalite süreci geliştirildi ve üniversite gelirleri de tedrici olarak arttı. 2019 yılı itibariyle Şehir Üniversitesi cari gelirleri giderlerinin üzerinde, borç ödeyebilecek bir üniversite durumuna gelmiştir. Özellikle  ilk beş yıl çok yüksek burslulukla eğitim veren bir üniversitenin, son dört senede yine %60'a yakın seviyede bir bursluluk oranında kalarak nakit üretir hale gelmesi yükseköğretim sistemimiz açısından da önemli olan bir yönetim başarısıdır. Bu da ancak planlama, programlı gidiş ve stratejik yönetimle olabilecek bir durumdur. Kalite ile sürdürülebilir bir finansman altyapısını birlikte temin etmenin, bunu sürdürmenin, bilimsel üretim ve eğitim-öğretim faaliyeti açısından ülkeye değer üretmenin ne kadar ince ve zor bir iş olduğunu biraz üniversite tarihi okuyan herkes takdir edecektir. Bazı yorumcular tarafından üniversiteye yöneltilen kötü yönetim suçlaması yükseköğretim kurumlarının gerçeklerinden uzak hilaf-ı hakikat bir iddiadır ve resmin baş aşağı çevrilmesidir.
Oldukça idealist ve yüksek nitelikte bir eğitim amacıyla yola çıkan bir okulu, bağışçılarının çekilmesi sonrası bir kaç yıl içinde sürdürülebilir bir duruma getirmenin yine yoğun bir planlama, genişleme ve kalite çalışması olmadan yapılması mümkün değildir. İstanbul Şehir Üniversitesi, kurucu vakfının kültürünün bir devamı olarak aldığı her kuruş bağışı ve öğrenci harcını yine öğrencisine, okulun gelişimine yatırmış bir kurumdur. Bugün üniversitenin öğrenci başına harcağı miktar YÖK rapolarında da görüleceği üzere, en üst dilim okullar içindedir. Üniversite, her gerçek üniversitenin de bir remzi olan kütüphane işini Türkiye’de en fazla ciddiye alan kurumlardan biridir. Kütüphanesini dokuz yıl içinde Türkiye’nin büyük vakıf üniversitesi kütüphanelerinden biri haline getirmiş ve 150.000’e yakın kitap, kitap sayısından fazla süreli yayın, elektronik kaynaklarıyla birlikte 500.000’den fazla metne erişilebilen bir büyük bilgi odağı haline gelmiştir. Yine kurucu Vakıfla imzaladığı ikili anlaşmayla kitap alışverişi yapan ve bu anlamıyla öğrencisine Türkiye’nin en zengin kitap ve arşiv kaynağını temin eden üniversitelerinin başındadır. Kurumun ciddiyeti her kesimden bağışçı tarafından takdir edilmiş ve önemli koleksiyonlar kurumun kütüphanesine katılmıştır. Fuat Köprülü, Kemal Karpat, Talat Sait Halman, Fikret Adanır, Şerif Mardin, Taha Toros, Cüneyt Orhonlu gibi Türkiye’nin seçkin entelektüellerinin arşiv ve kitapları kütüphanesine bağışlanmış ve tüm araştırmacıların katılımına açılmıştır. Şahsen Amerika’dan gidip getirdiğim Kemal Karpat arşivini toplarken, Kemal hocanın mirasını emin ellere vermenin huzurunu yaşadığının şahidiyim. Kütüphanenin muazzam emekçileri ve başarılı yöneticileri sadece Taha Toros arşivinin bir kısmını dijitalleştirip internet üzerinden tüm dünyanın kullanımına açmak için yıllardır canla başla çalışmaktadırlar. Sadece bu dijital arşivden milyonlarca insan istifade etmiştir. Şehir Üniversitesi, üniversite işinin bir kamu hizmeti olduğunun bilinciyle kendi kurumsal kapasitesini kendisine başvuran tüm araştırmacıların da hizmetine sunmaktadır. Teknoloji Transfer Ofisinden, Araştırma Merkezlerine, idari ve akademik tüm birimleriyle “kurum içi barış” ve huzurlu çalışma ortamı anlayışı ile bugüne kadar kendi işine odaklanan bir kurum olmuştur.

 
Üniversite ve İhtiyati Haciz Süreci

Üniversiteye, 2009’da diğer vakıf üniversitelerine yapıldığı gibi hükümet tarafından Dragos’da arazi tahsis edilmiştir. Davalar ve verilmeyen imar izinleri nedeniyle 2017 yılına kadar üniversite Altunizade’de çok yüksek kira maliyetleriyle eğitim öğretime devam etti. Arazinin tahsisi Danıştay tarafından iptal edildikten sonra, hükümetin bu tür kamu yararı olan durumlar için bir bürokratik çözüm  olarak çıkardığı bir yasa maddesi uyarınca sekiz parselden oluşan arazi üniversiteye sadece eğitim—öğretim yapılmak şerhiyle tekrar devredildi. Sonrasında Halkbank tarafından sağlanan ve büyük kısmı kampüs inşaatına harcanan yatırım kredisi ile kampüs alanı hızla tamamlanarak 2017 sonunda Dragos kampüsüne geçildi. Bir parselle ilgili TMMOB’un açtığı iptal davası ilk mahkemelerde reddilmesine rağmen Danıştay tarafından kabul edilerek arazinin okula devri iptal edildi. Halkbank da tek parselle ilgili bu hukuki iptali gerekçe göstererek uzun yıllar içinde geri ödemesi yapılacak yatırım kredisinin tamamının hemen ödenmesini talep etti. Borç ödeyebilecek durumda olduğunu bankaya bildiren üniversite yönetimi, banka yöneticileriyle yapılan görüşmelerde belirli bir anlaşma zemini  üzerinde olumlu görüşmeler yapıldığını kamuoyuna açıkladı. Fakat daha sonra hukuki süreçle ihtiyati haciz işlemi gerçekleşti. Sonraki süreçte taraflar arasında bir ortak çözüm yolu bulunamadı. Yüksek bursluluk oranlarıyla eğitim odaklı bir kamu hizmeti yapan ve mevcut durumunda nakit üretecek duruma geldiğini kamuoyuna bildiren genç bir üniversitenin işlemlerini büyük ölçüde durduracak şekilde ortaya çıkan ve tüm mevduatlara konan ihtiyati haczin tarafların açıklanmasından çıkan özeti kabaca budur. Kamu hizmeti yapan ve maliyet paylaşımı modeliyle devletin yükseköğretim yükünü paylaşan vakıf yükseköğretim kurumlarına tüm cumhuriyet hükümetleri tarafından eğitim amacıyla kullanılmak şartıyla arazi ve binalar verilmektedir. Vakıf yükseköğretim kurumları da, kâr amacı gütmeksizin, öğrencilerinin %10’unu tam burslu olarak almak mecburiyetindedir. Bunun dışındaki burslar üniversitelerin kendi kararlarıyla verdikleri burslardır. Şehir Üniversitesi’nin kurulduğu günden itibaren ne kadar yüksek bursluluk oranlarıyla (ilk yıllarda %70, son yıllarda %60'lar düzeyinde) bu kamu hizmetini yaptığı her yıl YÖK tarafından yapılan denetim raporlarında yer almaktadır. Devlet ve vakıflar arasında maliyet paylaşım modeline dayalı ve  kâr amacı gütmeyen bir yükseköğretim sistemine sahibiz. Şehir Üniversitesi kamu çıkarını önceleyen, yüksek öğrenci bursları vermeyi benimsemiş, lisansüstü seviyede yetenekli araştırmacıları her yönden desteklemeyi temel misyonu olarak gören bir yükseköğretim kurumu olarak bu maliyet paylaşım modelinin özgün örneklerinden biridir.

Bugün Türkiye büyük çelişkilerin ülkesidir. Herkes haklı olarak iyi bir eğitim talep etmektedir. Her üniversite öğrencisi entelektüel tatmini yüksek bir üniversitede okumak istemektedir. Peki bizler öğretim üyeleri, üniversite yöneticileri, sivil toplum yöneticileri, vakıf çalışanları, kamu idarecileri olarak kurduğumuz kurumlara ne kadar emek vermekteyiz? Yükseköğretimin ve üniversitenin tarihsel ve güncel gerçeklerinden habersiz bir çok yorumcu, kalitenin kendiliğinden gerçekleşen sui generis bir şey olduğunu zannetmektedir. Çok iyi işleyen az sayıdaki örnek bir taraf bırakılırsa, bugün Türkiye’de üniversiteleri ticarethane olmanın ötesine taşıyacak ne yapılmıştır? Üniversiteler nitelikli bir eğitimin olmazsa olmazı olan alanlara ne kadar yatırım yapmaktadır? Öğrencisine ve kurumuna yeterli yatırımı yapmayan ancak yüksek “kârlılıkla” çalışan vakıf üniversitesi modellerine yönelik devlet yöneticileri tarafından da sert eleştiriler yapılmıştır. Ancak maalesef üniversitelerimizde ülkenin yüzünü ağartan, ve bir tanesi de Şehir’de olan, öğrencinin ve öğretim elemanının en önemli başvuru yeri olan nitelikli kütüphane bile iki elin parmağına varmamaktadır.

Eğitim öğretimde kaliteyi temin etmek, onu korumak, uluslararası seviyede rekabete açık mezunlar yetiştirebilmek için kurumsallaşma gerekmektedir. Bugün Şehir’in, Pearson akreditasyonu almış hazırlık okulu Türkiye’nin en iyi İngilizce hazırlık okullarından biridir. Üniversite yönetimi, tüm zorluklara ve maliyetine rağmen, hazırlık okulunun kurulduğu kalite standartlarında devam etmesi için yıllardır çabalarını sürdürmektedir. Lisansüstü eğitimde Şehir dokuz yıldır Türkiye’de en fazla burs veren okullardan biridir. Üniversite eğitiminin en pahalı kısmını oluşturan lisansüstü eğitimde Şehir yöneticileri iyi araştırmacılar yetiştirilmesi için olabilecek en azami hassasiyeti göstermektedir. Üniversite, Dragos’a geçtikten sonra üst standartta bir stratejik planlama, akademik performans yönetimi, eğitimde kalite artırıcı çalışmalar için sayısız işi yürütmektedir. Temelsiz kötü yönetim suçlaması yapan yorumcuların, otuz üç yıldır tek işleri eğitim-öğretim, araştırma ve kültürel faaliyet olan bir topluluğun, sponsoru çekilmiş bir okulu bir kaç yılda nasıl nakit üreten bir kurum haline getirdiğini, yeniden yapılandırıldığı takdirde borçlarını ödeyebilecek bir duruma nasıl ulaştığını kamuoyuna açıklamış bir kurumun hak ettiği kurumsal profesyonellikle nasıl yönettiğini gözlerden kaçırmaları imkansızdır.

İstanbul Şehir Üniversitesi’nin harcında bilgiye ve hakikate gönül vermiş insanların gayreti ve çabası vardır. Üniversiteyi para yapmaz. Üniversiteyi bina da yapmaz. Üniversite samimiyetle hakikate ve bilgiye adanmış insanların gönül ve emek birliğiyle, bir topluluğun ortak düşünsel yaşamından çıkan bir idea ile olur. Kamu faaliyeti yapan bir üniversitenin halen bankalarda işlem yapamayacak bir kuruluş halinde olması bir ülkede yaşayan herkesin meselesidir. İhtiyati haciz sonrası, okula gönül verip gelmiş öğrencilerin ve öğretim üyelerinin ortaya çıkan mağduriyeti, on yılların emeğine dayanan nitelikli bir eğitim ortamının belirsizliğe sürüklenmesi, bazı yorumcular tarafından hakkında doğrulanmamış yanlış bilgiler yayılması eğitim, araştırma ve öğretme hakkını da tehlikeye atmaktadır. Ben ve benim gibi bir çok öğretim elemanı öğrencilerin mağdur olmaması için hiç bir ücret almadan üniversitesine hizmet etmeyi düşünüyor. Ancak böylesi bir girişimin bu karmaşık sorunu çözmeyeceği açıktır. Medeni bir ülkede en üst nitelikte kamu hizmeti yapan üniversitelerde, gençlerin istikbali her türden değerlendirmenin üzerindedir. Şehir Üniversitesi yöneticileri hukuki hakları kullandırılarak ve ilgili kamu yöneticileri tarafından makul bir çözüm için çaba sarfedilerek bu sorunun bir an önce çözümünü arzu ettiğini kamuoyuna açıklamıştır. Sorunun hızlıca çözümü için yapıcı tutumların geliştirilmesi ülke bilim yaşamı için herkesin yarar sağlayacağı bir yol olacaktır.
 
“Buraya nasıl geldik, şimdi ne yapacağız?” 

Tekrar yazının başına dönebiliriz. Türkiye artık yapılan işlerin günlük siyaset parantezi dışında düşünülemediği kısır bir entelektüel kamusallıkta yaşamaktadır. Önemli ile önemsizi, bir toplumu kültürel olarak ayakta tutacak kalıcı ve geçici işleri birbirinden ayıramayacak bir düşüncenin kurumsallaşması ülkeye hiç bir yarar getirmez. Yine bir arayış için bir araya gelen gönüllü insanların heves ve şevklerinin değeri ile sığ bir kariyerizme tutsak edilmiş düşünce ve kültür işlerini birbirinden ayırt etmeyi zorlaştıran iklimin de bu ülkeye bir yarar getirmeyeceği açıktır. Ülkenin büyük tarihsel ve kültürel birikimi ile bunu geleceğe taşıyacak kurumlar inşa etmenin zorluğu arasındaki hassas dengeyi bozacak söylemlerin genç insanlara şevk vermeyeceği açıktır. Türkiye düşünen, kendini niteliğe ve hakikate adamış yurttaşlarının heveslerini kıracak karar dinamikleriyle nasıl kalıcı kurumlar inşa edecektir? Üniversite işi dünyanın her yerinde en hassas yaklaşılması gereken işlerdendir. Yükseköğretim sistemlerinin en büyük enerjisi, garantisi itibardır. Bilimsel ve kültürel verimliliğin asgari şartı araştırma, öğretme ve öğrenme hürriyetidir.

Hakiki bir üniversite özgür insanlar, sorumlu yurttaşlar yetiştirir. Üniversite bir toplumun tüm meselelerini düşünen, çalışan, çözümler arayan bir yerdir. Üniversite alınıp satılacak bir meta, bir ticarethane değildir. Kendini genç insanların eğitimine, öğretimine adamış, araştıran ve düşünen insanların emeğiyle yaşar. Üniversite, mensuplarının gönül birliği ve huzur içinde çalıştığı, dostluğa dayanan ve armağan kültürüyle işleyen bir yerdir. Bir çok alanda ülkenin duayen akademisyenlerinin ve enerjik genç araştırmacılarının çalıştığı İstanbul Şehir Üniversitesi kendi üniversite fikrini ve eylemini yüzakıyla ortaya koymuştur. Üniversite işi dünyanın hiç bir yerinde sürtünmesiz bir uzayda gerçekleşmemiştir. Ekonomik, sosyal, siyasi gelişmeler ile üniversiteler arasındaki etkileşim bir toplumun üretken enerjisinin temeli olduğu kadar, bir üniversitenin evrensel olarak o adı taşımaya ehliyeti olup olmadığının da testleridir. Bugün nitelikli bir kurumu yaşatmak için konunun tarafı olan insanların ve yöneticilerin sorumluluk içinde meseleyi vakıf hukuku ve kamu çıkarı temelinde koruyacak şekilde sahip çıkması gerekmektedir.

9 Ekim 2018 Salı

Politik Alanın Kendi Üzerine Kapanması - I


Modernlikle birlikte toplumlar birbirinden görece otonom alanlar/sistemler şeklinde, iktidar ilişkileri/işlevler temelinde ayrışarak örgütlenmiştir.

Politik alanın diğer alanlara nispetle görece üstünlüğü ve anayasal iktidarın aşılamaz nihailiği (devrim durumları hariç) demokratik toplumlarda farklı alanları görece dengede tutan bir enerjiyle mümkün hale gelir.

Bu yüzden hiçbir toplum, siyasal alan da dahil olmak üzere, tek bir alan hakimiyetine indirgenemez. Temsil fetişizmi ile “temsilci”nin kendini “asli” olanın yerine ontolojik olarak ikame etmeye teşebbüs etmesi (ki hiçbir güç ontolojik olarak devredilmez, yetkilendirmelerle delege edilebilir) sadece alan otonomilerini dinamitlemez aynı zamanda toplumsal güçleri ütopik düşünce biçimlerine veya atalete sevkeder. Bu da çeşitli alanlarda toplumsal enerji akışlarını düzensizleştirerek toplulukları çözüp nüfuz edilmesi zor bireysel atomizmlere yönlendirir.

Bunları çözmek için kullanılan yöntemler de düzenli bir sağırlık hissi yaratır. Parlamenter sistemlerin krizlerinin derinleşmesinde, doğru konumlandırılmadığı durumda etkili olan siyasetin think-tankleşmesi ve siyasal eylemin ekonomik söylemlerle yeniden biçimlendirilmesi politik alanın kendi üzerine kapanımını perçinler. Siyasal eylem rejiminin think-tankleşmesi, çeşitli sorun alanlarından doğan toplumsal yönelimlerin siyasal alanda kendi dilini bulmasını baskılaması nedeniyle politikanın toplumsal işlevlerini aşındırır.

Bu açılardan bakınca, günümüz popülizmleri siyasal alanın kendi üzerine kapanımına bir tepki olarak ortaya çıkarken, yukarıdaki durumları dikkate almadığı için, kurumsal özerklikleri ve hukuku zorlayarak kendine alan alan açar ancak fetişleştirdiği “halk” kategorisini homojenleştiremeyeceği için, eleştirdiği “kendi üzerine kapanma” tuzağına düşer.

Çeşitli toplumsal eğilim ve güçlerin nefes boruları gibi çalışan gazete köşe yazarlığı da söylemsel gırtlağını (alladoxia etkisi) egemen eğilimle takas ederek fiilen kendi temelini dinamitler. İşlevleri çarpıklaşır, kendi ehemmiyet söyleminin kısır demir kafesine girer.

Bu nedenle, politik alan ile hukuk alanını çeşitli toplumsal mücadeleler, sözleşmeler, uzlaşımlar temelinde tarihsel olarak gelişmiş alanlar halinde konumlandıramayan toplumlar, politikanın tüm hayatı yutma fantezisiyle fetiş bir kategori olarak kutsandığı, derin çalkantılarla yaşayan bir toplumsal zaman tipi üretir. 




15 Ocak 2017 Pazar

Yükseköğretimde Büyüme, Farklılaşma ve Reorganizasyon: İstanbul Örneği (1980-2015)

Sosyoloji Konferansları Dergisi'nin 54. sayısında  yayınlanan Yükseköğretimde Büyüme, Farklılaşma ve Reorganizasyon: İstanbul Örneği (1980-2015) başlıklı yazımda; İstanbul'un son 35 yılında yükseköğretim alanında yaşadığı değişim, büyüme ve kurumsal gelişmeleri istatistiksel temelde inceledim.
PDF 


Yükseköğretimde Büyüme, Farklılaşma ve Reorganizasyon: İstanbul Örneği (1980-2015)
ÖZET
Bu makalede, 1980’lerin başından 2015 sonuna kadar otuz beş yılda İstanbul yükseköğretim dünyasında öğrenci ve kuruluş sayılarındaki artış, sistemik büyüme, kaotik değişim ve yapısal çatallanma üzerinde durulmaktadır. Bu sürede devlet üniversitelerindeki büyüme eğilimleri; vakıf yükseköğretim kuruluşlarının 1993’te eğitime başlaması ve 2006 sonrası artan üniversite sayısıyla öğrenci ve öğretim elemanları bakımından dramatik genişlemesi; finansal ve örgütsel işleyişleriyle farklılaşan bu iki sistemin yapısal benzerlik ve farklılıkları ile yükseköğretimdeki nüfusun değişik programlara dağılımlarına göre şekillenmiş farklılaşma örüntüleri mukayese edilmektedir. Vakıf yükseköğretim kuruluşlarının ortaya çıkışı ve sayılarındaki çarpıcı artışlar sonucu yükseköğretim sistemi şehirde ölçek, yapı ve kurumlar çerçevesinde büyük bir mesafe kat etmiştir. Türkiye’deki tüm vakıf üniversitelerinin yarıdan fazlasını barındırması bakımından yaşanan değişim İstanbul’a onu Türkiye’nin geri kalan şehirlerinden farklılaştıran özellikler kazandırır. Otuz beş yıllık süreçte aktör, kuruluş, organizasyon ve eğilimler bakımından yaşanan kaotik değişim ve örgütsel fraktallaşma çarpıcıdır. Son yirmi yıldaki finansal özelleşmeyle birlikte yükseköğretim alanının iç farklılaşması, alandaki yapısal gerilimler ve rekabet hatları belirginleşmiş, kamu ile vakıf yükseköğretim kurumlarından oluşan ikili bir yapı kurumsallaşmıştır. Yazıda bu değişimin büyüme ve reorganizasyonu betimsel istatistiksel temelde tartışılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: İstanbul, Yükseköğretim alanı, organizasyonel değişim, büyüme ve farklılaşma, yapısal çatallanma, sosyal değişim


Reorganization, Differentiation and Growth in Higher Education: The Case of İstanbul (1980-2015)

ABSTRACT
In this article, the world of higher education of İstanbul in thirty-five years of growth in the number of students and institutions, its systemic growth, chaotic change, and structural bifurcation in the early 1980s until the end of 2015 is elaborated. The growth trends in state universities in this period; the onset of education of the foundations of higher education in 1993 and the increasing number of universities triggering a dramatic expansion in terms of students and lecturers in post 2006; the differentiation of financial and organizational functioning and the structural similarities and differences in these two systems, and the patterns of differentiation shaped by the distribution of populace in higher education to varied programs are compared. The emergence of higher education foundations and the dramatic increase in their numbers have resulted in an urban upheaval of higher education in terms of scale, structure and institutions. Since more than half of all private universities in Turkey is located in İstanbul, this brings a distinctive change more so than any other city in Turkey. The chaotic change and organizational fracturing in terms of agents, institutions, organizations and dispositions in a thirty-five year period is astonishing. Owing to financial privatization in the last twenty years, in the field of higher education the lines of competence and structural tensions have been crystallized, generating a binary structure consisting of state-owned and private-owned institutions of higher education. The article discusses the growth and the reorganization of this change in a descriptive statistical basis.

Keywords: İstanbul, The field of higher education, organizational change, growth and differentitation, structural bifurcation, social change

21 Aralık 2016 Çarşamba

Üç Büyükşehirde Eğitim Profilleri

Bağlam Yayınları'ndan 2013'te çıkan Kent Üzerine Özgür Yazılar adlı derlemeye Doç. Dr. Suvat Parin ile Ankara, İstanbul ve İzmir ilçelerindeki eğitim profillerinin oluşturduğu kümelenmeler ve sosyo-mekânsal dağılımları üzerine bir makaleyle katkı vermiştik.
Üç Büyükşehirde Eğitim Profilleri: Kent Mekanında Eğitimin Katmanlaşması başlıklı yazıyı ilgililerinin dikkatine sunuyorum.
PDF

Kent Sosyolojisini Bourdieu ve Wacquant ile Düşünmek

Cogito dergisinin 2014/Bahar sayısında Pierre Bourdieu özel dosyasında Emrah Göker ile birlikte yazdığımız Kent Sosyolojisini Bourdieu ve Wacquant ile Düşünmek başlıklı makale, her iki sosyoloğun eserlerinin kent sosyolojisi araştırmaları sunabileceği yenilik ve açılımları ele alıyor.
PDF 

Van ve İlçelerinde İstihdam Yapılarında Değişim

Van Kent Araştırmaları adıyla Bağlam Yayınları tarafından basılan derleme kitapta, aynı zamanda eserin derleyeni de olan Doç. Dr. Suvat Parin ile birlikte kaleme aldığımız Van ve İlçelerinde İstihdam Yapılarında Değişim adlı makaleyi ilgililerinin dikkatine sunuyorum.
PDF

28 Mart 2016 Pazartesi

İstanbul’un Uzun Asrı: Dünya ve Türkiye Ölçeğinde

On ciltten oluşan ve şimdiye kadar İstanbul tarihi hakkında yapılmış en kapsamlı çalışma olan Büyük İstanbul Tarihi'nin ilk cildinde yayınlanan yazımı paylaşıyorum. İstanbul’un Uzun Asrı: Dünya ve Türkiye Ölçeğinde başlıklı yazım 19. ve 20 yüzyıl İstanbul tarihini sosyolojik temalarla makro süreçler üzerinden kat etmeye çalışıyor. Kırk üç sayfalık bu makalemin pdf versiyonunu ilgililerinin istifade için ekliyorum.

21 Mart 2016 Pazartesi

Disiplinlerin Kavşağında ‘Türk Modernleşmesi’ni Sorunsallaştırmak: Normativite ve Sosyal Bilim

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Sosyoloji Konferansları Dergisi'nde yayınlanan Disiplinlerin Kavşağında ‘Türk Modernleşmesi’ni Sorunsallaştırmak: Normativite ve Sosyal Bilim başlıklı yazım yayınlandı. 


Özet
Türk modernleşmesi analizleri farklı disiplinlerin buluştuğu bir meta teorik forumdur. Bu araştırmaların farklı sosyal bilim disiplinlerinin makro açıklama çerçevelerini anlamlandıran normatif boyutu vardır. Modernleşme teorilerinin yükselişi karşılaştırmalı ve evrensel sosyal bilimi inşa etmeyle yakından bağlantılıydı. Avro-Amerikan merkezci ve ilerlemeci bir anlatı tüm dünyaya yayıldı. Batı-dışı dünyadaki anti kolonyal dönemin batılılaşmacı sosyal bilim lügatinin yerine geçti. Post modern eleştirinin yükselişi ve oryantalizm eleştirileri modernleşme teorilerini merkezsizleştirdi. Bunun sonrasında modernleşme anlatıları interdisipliner ve Avrupa merkezli olmayan teorilerce gözden geçirildi ve çoklu modernlikler, yerel modernlikler gibi alternatifleri ortaya çıktı. Disiplinlerin sınırlarını sorunsallaştıran araştırmaların yükselişi de bu süreçle çakışır. Bu yazıda Türk Modernleşmesi söyleminin çelişik ve diyalektik tarihi disiplinler sosyolojisi içinde sorunsallaştırılıyor. Sosyal bilimlerin normatif olarak benimsediği demokratikleşme projelerinin, modernleşme anlatılarını toplumsal düzenleri görelileştirme ve tarihselleştirmek için işlevselleştirmesinin epistemolojik boyutu tartışılıyor. 
Anahtar Sözcükler: Türk Modernleşmesi, disiplinler sosyolojisi, normatif teori, görelileştirme, karşılaştırmalı sosyal bilim, evrensellik-tekillik.


Problematizing The ‘Turkish Modernization’ Within The Intersection Of Disciplines: Normativity And Social Science 

Abstract
The analyses of Turkish modernization form a meta-theoretical forum where different disciplines come together. These different analyses have a normative dimension that construes the frames of macro-descriptions of different disciplines in social science. The rise in the theories of modernization was closely linked to constructing the comparative and universal social science. A Euro-American centric and progressive narrative has spread to all over the world. It has replaced the vocabulary of Westernization in social sciences in the anti-colonial non-Western world. The rise of post-modern critiques, and the criticisms of orientalism brought decentralization to the theories of modernization. Afterwards, the narratives of modernization were revised by interdisciplinary and non Euro-centric theories, and alternatives such as ‘multiple modernities’ and ‘local modernities’ have emerged. The rise of analyses problematizing the boundaries of disciplines also coincide with this process. In this article the contradictory and dialectical history of the discourse of Turkish Modernization is problematized within the sociology of disciplines. The epistemological dimension of democratization theories that social sciences embrace normatively which functionalize the social orders for the sake of relativization and historicization is discussed.


Keywords: Turkish Modernization, the sociology of disciplines, normative theory, relativization, comparative social science, universality-particularity.